Kitabın önceki bölümlerinde klan içinde hiyerarşik bir yapının söz konusu olduğuna değinmiştik. Bu yapı içinde bazı kimseler dejenerasyonda ve ahlaksızlıkta öncülük yaparken, bazı kişiler de -bunların varlıklı ve güçlü gözükmelerinin etkisinde kalarak- körükörüne bu kişilerin yolunu izlerler. İnsanların bir kısmının klanın istediği gibi din ahlakından uzak yaşıyor olmaları, klanın kirli dayanışmasının güçlü bir imaj vermesi, bu kişileri yanıltan en önemli unsurlardandır. Kendilerince güçlü gördükleri insandan yana olmak, bu kişilerin özelliğidir. Bu çarpık mantığa göre 'haklı olan güçlü değildir, güçlü olan haklıdır.' Dolayısıyla da, güçlü olduğuna inanılan kişi haksızlık da yapsa, adaletsiz de olsa, hatta pek çok suç da işlese tüm bunlar göz ardı edilir. Hiç layık olmadığı halde bu kişi hep hayranlıkla anılır. Her koşul altında savunulur. Hatta bu kişiye kayıtsız şartsız uyulur. Totaliter rejimlerde lidere duyulan bağlılık aslında bu psikolojinin önemli örneklerindendir. Totaliter toplumda yaşayan herkes kendisini yöneten diktatörün zalim ve acımasız olduğunu vicdanen bilir, tutarsızlıklarına ve dengesizliklerine şahit olur, ancak her türlü güce sahip gibi görünen bu lidere hiçbir zaman karşı gelmez. Kitle psikolojisi yüzünden insanların büyük çoğunluğu bu sistemin bir parçası olur.
Size verilen herhangi bir şey, dünya hayatının metaı (kısa süreli faydalanması)dır. Allah katında olan ise, daha hayırlı ve daha süreklidir. (Bu da) iman edip Rablerine tevekkül edenler içindir. (Şura Suresi, 36)
Douglos Morison, "Akşam Yemeği Odası", 1847
Bu durumun en çarpıcı örneklerinden biri Kuran'da bildirilen Firavun kıssasıdır. Tarihin en kanlı diktatörlerinden biri olan Firavun'un sahip olduğu güç ve imkanların etkisi altında kalan pek çok insan, doğru ve hak olduğunu bildikleri halde Hz. Musa'ya tabi olmamış ve hak dinden yüz çevirmiştir. Bu insanların hak dine uymamalarının temelinde, kendi akıllarınca Firavun'u -maddi imkanları ve iktidarı nedeniyle- herşeye güç yetiren bir insan gibi görüp ona karşı korku dolu bir hayranlık duymaları vardır. Allah ayetinde, Firavun ve çevresinden çekinerek, Hz. Musa'ya çok az sayıda kişinin uyduğunu şöyle haber vermiştir:
Sonunda Musa'ya kendi kavminin bir zürriyetinden (gençlerinden) başka -Firavun ve önde gelen çevresinin kendilerini belalara çarptırmaları korkusuyla- iman eden olmadı. Çünkü Firavun, gerçekten yeryüzünde büyüklenen bir zorba ve gerçekten ölçüyü taşıranlardandı. (Yunus Suresi, 83)
Kara klana tabi olanlar da, klanın liderlerinin hiçbir zaman yıkılmayacakları, hiçbir zaman yenilmeyecekleri, her türlü zorluğun üstesinden gelebilecekleri yanılgısına kapılırlar. Bu nedenle de kendilerince en 'mantıklı' seçimin klana tabi olmak olduğuna inanırlar. Sözde 'kurnazca' davranır ve geleceklerini 'garantiye' alırlar. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Asıl gücün sahibi Allah'tır ve Allah'ın yardımı her zaman için Kendisi'ne uyan müminler iledir. Allah Kuran'da şöyle bildirmiştir:
Onlar, müminleri bırakıp kafirleri dostlar (veliler) edinirler. 'Kuvvet ve onuru (izzeti)' onların yanında mı arıyorlar? Şüphesiz, 'bütün kuvvet ve onur,' Allah'ındır. (Nisa Suresi, 139)
Bu insanların unuttuğu ve göz ardı ettiği çok önemli gerçekler vardır. Herşeyden önce kendilerine sığınıp, gücü yanlarında aradıkları kişiler de Allah'ın yarattığı aciz kullardır. Allah dilemedikçe ne bir mala, ne zenginliğe, ne makama ne de güce sahip olabilirler. Onlara verilen mal ve zenginlik yalnızca bu dünya hayatının geçici bir süsüdür ve yok olmaya mahkumdur. İnsanlara verilen her türlü maddi varlık o insanlar için birer denemedir. İnkarcılara verilen imkanların sırrı ve hikmeti ise bir Kuran ayetinde şu şekilde bildirilir:
Şu halde onların malları ve çocukları seni imrendirmesin; Allah bunlarla ancak onları dünya hayatında azablandırmak ve canlarının inkar içindeyken zorlukla çıkmasını ister. (Tevbe Suresi, 55)
Böylelikle Ben, o inkar edenlere bir süre tanıdım, sonra onları yakalayıverdim. Nasılmış benim (her şeyi alt üst edip kökten değiştiren) inkılabım (veya inkarım). (Halkı) Zulmediyorken yıkıma uğrattığımız nice ülkeler vardır ki, şimdi onların altları üstlerine gelmiş ıpıssız durmakta, kullanılamaz durumdaki kuyuları (terkedilmiş bulunmakta), yüksek sarayları (çın çın ötmektedir). (Hac Suresi, 44-45)
Michele Marieschi, Venedik, Akademi Galerisi
Ayette bildirildiği gibi, inkar edenlerin sahip oldukları geçici imkanlar onlar için dünyada ve ahirette bir azap vesilesidir. Bunun farkına varamayanlar ise, malın ve imkanların büyüsüne kapılarak, bu kişilerin kötü ahlakını ve Allah Katındaki durumlarını düşünmeden, akılsızca onlara hayranlık beslerler.
İnsanların, tüm malın ve mülkün Allah'a ait olduğunu unutarak, zenginliğe karşı duydukları hayranlığa Kuran'da bildirilen Karun kıssasında dikkat çekilmiştir. Allah Karun'a çok büyük bir mal varlığı vermiştir. Karun ise Allah'ın verdiği bu nimetler karşısında Allah'a yönelip şükredeceğine şımarıklığa kapılmış, büyüklenmiş ve çirkin bir ahlak sergilemiştir. Karun'un bu kötü ahlakına rağmen, onunla aynı toplumda yaşayan kişilerin bir kısmı Karun'a hayranlık beslemekten kendilerini alıkoyamamışlardır:
Böylelikle kendi ihtişamlı-süsü içinde kavminin karşısına çıktı. Dünya hayatını istemekte olanlar: "Ah keşke, Karun'a verilenin bir benzeri bizim de olsaydı. Gerçekten o, büyük bir pay sahibidir" dediler. (Kasas Suresi, 79)
İman edenler ise, malın asıl sahibinin Allah olduğunun bilincinde oldukları için, Karun'un zenginliğinin cazibesine hiçbir zaman kapılmamışlardır. Allah, Karun'a verdiği nimetleri geri aldığında ise, yalnızca malı nedeniyle Karun'a hayranlık duyup bağlananlar ne kadar büyük bir hata içinde olduklarının farkına varmışlardır:
Sonunda onu da, konağını da yerin dibine geçirdik. Böylece Allah'a karşı ona yardım edecek bir topluluğu olmadı. Ve o, kendi kendine yardım edebileceklerden de değildi. Dün, onun yerinde olmayı dileyenler, sabahladıklarında: "Vay, demek ki Allah, kullarından dilediğinin rızkını genişletip-yaymakta ve kısıp-daraltmaktadır. Eğer Allah, bize lütfetmiş olmasaydı, bizi de şüphesiz batırırdı. Vay, demek gerçekten inkar edenler felah bulamaz" demeye başladılar. (Kasas Suresi, 81-82)
Gerçekten cehennem, bir gözetleme yeridir. taşkınlık edip-azanlar için son bir varış yeridir. Bütün zamanlar boyunca içinde kalacaklardır. Orada ne serinlik tadacaklar, ne bir içecek. Kaynar sudan ve irinden başka. (İşlediklerine) Uygun olan bir ceza olarak. Doğrusu onlar, hesaba çekileceklerini ummuyorlardı. (Nebe Suresi, 22-29)
"Sizi şu cehenneme sürükleyip iten nedir?" Onlar: "Biz namaz kılanlardan değildik" dediler. "Yoksula yedirmezdik. (Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik. Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk. Sonunda yakin (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı." (Müddessir Suresi, 42-47)
Kara klanın üyeleri de tıpkı Karun'un geçici imkanlarının etkisine kapılanlar gibi, klanın varlığının onları her zaman koruyacağını sanırlar.
Dünyada kurdukları çıkar ilişkilerinin ve bağlantıların, şartlar ne olursa olsun devam edeceğine inanırlar. Oysa klan üyeleri dünya hayatında birbirlerini destekleseler bile, ahiret gününde asla birbirlerine yardım etmeye güç yetiremeyeceklerdir. Ahiret gününde herkes, ilk yaratılışta olduğu gibi, tek başına ve yapayalnız Rabbimiz'in huzuruna çıkacak ve dünyada yaptığı herşeyin hesabını verecektir. Allah elçileri aracılığı ile insanlara yalnızca Kendisi'nden korkup sakınmalarını ve elçilere itaat etmelerini emretmiştir. Yeryüzünde kötülük ve bozgunculuğu örgütleyenlere uymamak Allah'ın tüm insanlara emridir. Kuran'da bildirilen Hz. Salih'in kavmine tebliği şöyledir:
Artık Allah'tan sakının ve bana itaat edin. Ve ölçüsüzce davrananların emrine itaat etmeyin. Ki onlar, yeryüzünde bozgunculuk çıkarıyor ve dirlik-düzenlik kurmuyorlar (ıslah etmiyorlar). (Şuara Suresi, 150-152)
Bununla birlikte ayetlerde, bozguncuların ahiret gününde birbirleri ile büyük bir çekişme içinde oldukları da bildirilmiştir. Dünya hayatı boyunca birbirlerine destek oluyormuş gibi görünen inkarcılar, büyük azabı gördükleri vakit birbirlerini suçlayacaklardır. Ahiret günü klanın kirli dayanışmasının açıkça son bulduğu zamandır. Allah, bu insanların o gün içine düşecekleri durumu ayetlerde bize şöyle bildirmiştir:
İnkar edenler dedi ki: "Biz kesin olarak, ne bu Kur'an'a inanırız, ne ondan önceki (indirile)ne." Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış olarak görsen; sözü (suçlamaları) birbirlerine karşı evirip-çevirir (birbirlerine yöneltirler). Za'fa uğratılan (müstaz'af)lar, büyüklük taslayanlara derler ki: "Eğer sizler olmasaydınız, gerçekten bizler mümin (kimse)ler olurduk." Büyüklük taslayanlar, za'fa uğratılan (müstaz'af)lara dediler ki: "Size hidayet geldikten sonra, sizi biz mi ondan alıkoyduk? Hayır, siz (zaten) suçlu-günahkarlardınız." Za'fa uğratılanlar da büyüklük taslayanlara: "Hayır, siz gece ve gündüz hileli düzenler (kurup) bizim Allah'ı inkar etmemizi ve O'na eşler koşmamızı bize emrediyordunuz" dediler. Azabı gördüklerinde pişmanlıklarını saklarlar; Biz de inkar edenlerin boyunlarına halkalar geçirdik. Onlar, yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? Biz hangi ülkeye bir uyarıcı gönderdikse, mutlaka oranın 'refah içinde şımaran önde gelenleri': "Gerçekten biz, sizin kendisiyle gönderildiğiniz şeyi tanımıyoruz" demişlerdir. Ve: "Biz mallar ve evlatlar bakımından daha çoğunluktayız ve bir azaba uğratılacak da değiliz"de demişlerdir. (Sebe Suresi, 31-35)
O gün artık kara klanın mensuplarının birbirlerine, "... Keşke benimle senin aranda iki doğu (doğu ile batı) uzaklığı olsaydı. Meğer ne kötü yakın-dost(muşsun sen)" (Zuhruf Suresi, 38) diyecekleri bir gündür. Ancak artık bu pişmanlıklar için çok geçtir. Dünya hayatında kendilerine defalarca bugünle karşılaşacakları hatırlatıldığı zaman, bu uyarıları dinlemeyen, kendilerinin iyiliği için çalışan kişilerin aleyhinde tuzaklar kuran ve kötülükte iş birliği yapan kişiler için Rabbimiz'in Katında acı bir azap vardır:
Ateşin içinde, iddialar öne sürüp karşılıklı tartışırlarken zayıf olanlar, büyüklenen (müstekbir)lere derler ki: "Gerçekten biz, size uymuş (teb'anız) olan kimselerdik. Şimdi siz, ateşten bir parçasını olsun, bizden uzaklaştırabilir misiniz? Büyüklenen (müstekbir)ler derler ki: "Biz hepimiz (ateşin) içindeyiz; gerçekten Allah, kullar arasında hüküm verdi (artık)." (Mümin Suresi, 47-48)
Kara Klanın Milli Değerlere Olan Düşmanlığı
Milliyet, 20 Aralık 2001
Güneş, 21 Aralık 2001
Sabah, 30 Aralık 2001
Klan, acımasızca halkın sömürülmesinde bir sakınca görmez. Dünyanın pek çok ülkesinde, sefaletin ve yokluğun hakim olması da klanın bencil ve çıkarcı yapısının neticelerinden biridir.
Milli Gazete, 3 Temmuz 2002
Klanın oluşturmak istediği toplum düzeninde yolsuzluk normal karşılanır. Oysa, diğer insanların haklarına tecavüz etmek Allah'ın insanlara haram kıldığı bir davranıştır.
Klan sadece din ahlakına değil aynı zamanda milli değerlere de karşıdır. Klanın bencil ve çıkarcı yapısı nedeniyle, kara klan üyeleri vatan sevgisinden ve millete hizmet duygusundan yoksun insanlardır. Bu insanlar için önemli olan menfaatlerini devam ettirebilecek alt yapının sağlanmış olmasıdır. Bunun için de fuhuşun meşru görüldüğü, uyuşturucu kullanımının yaygınlaştığı, ahlaksızlığın devam edebilmesi için kolaylıkla malzeme bulunabilen bir ortam gereklidir. Kara klan sefalet ve rezalet ortamında hayat sahası bulur. Böyle bir ortamın vatanın ve milletin iyiliğine olmayacağı, bu kişilerin de milletin çıkarını kendi çıkarlarının önünde tutmayacakları açıktır. Refahın artması, zenginliğin yayılması, bilim ve teknolojinin imkanlarından herkesin eşit olarak faydalanabileceği bir yapının oluşması bu örgütün asla işine gelmez. Bu teşkilat toplumun geneline yönelik bir zenginlik oluşmasından rahatsız olur. Ülkenin kalkınmasını, gelir dağılımının düzelmesini, toplumsal huzur ve güvenliğin sağlanmasını istemez. Hatta sanatın ilerlemesinden de hoşlanmaz. Çünkü o zaman karanlık işleri için kullanacağı insanları bulması zorlaşacaktır. Üstelik klan üyelerinin çarpık zihniyetine göre güçlü olması gereken sadece kendi lideridir. Sistemlerinin devam edebilmesi için gücün, liderlerinin elinde olması gereklidir ve bu onlar için yeterlidir.
Türkiye, 30 Kasım 2001
Milli Gazete, 05 Ekim 2002
Zaman, 21 Eylül 2002
Yeni Mesaj, 07 Temmuz 2001
AIDS'in hızla yayılması ahlaki dejenerasyonun geldiği aşamayı göstermesi bakımından ibret vericidir.
Kara klanın kontrolünün güçlü olduğu ülkelerde bu durum açıkça gözlenebilir. Başta bazı Latin Amerika ve Afrika ülkeleri olmak üzere, üçüncü dünya ülkelerinin büyük çoğunluğunda, bu ülkelerin gelişmesi ve kalkınması için pek çok doğal kaynak olmasına rağmen, sefaletin ve yokluğun hakim olması oldukça dikkat çekicidir. Söz konusu ülkelerin genel özelliği, ülke ekonomisi, bir avuç varlıklı insan tarafından kontrol edilip sömürülürken, halkın büyük çoğunluğunun açlık ve yokluk içinde yaşamasıdır. Bu yolsuzluğun en büyük nedeni, ülkeye hakim olanların üretmek yerine sömürmeyi tercih etmeleri, ülke ekonomisini bir tür yolsuzluk ekonomisi haline getirmeleridir. Özellikle dikta rejimleri ile yönetilen Latin Amerika ülkelerinde yolsuzlukla mücadele etmek neredeyse imkansızlaşmıştır. Emniyet görevlileri arasında organize suç örgütleri ile birlikte hareket edenler bulunmakta ve adalet kurumlarındaki insanların çoğunluğu bu şebekeler adına çalışmaktadır. Geriye kalanlar da suç örgütlerinden korkmaktadır. Bu ülkelerde dikta rejimlerinin halka karşı uyguladığı zulme karşı çıkan Katolik Kilisesi, başlıca hedef haline gelmiş, pek çok ülkede rahipler ve din adamları "ölüm mangaları" tarafından katledilmiştir.
Sabah, 16 Temmuz 2002
Sabah, 28 Temmuz 2001
Türkiye, 13 Ocak 2002
Hürriyet, 8 Şubat 2001
Uyuşturucu kullanımı klanın önemli gelir kaynaklarından biridir. Bu nedenle klan üyeleri uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması için gizli veya açık faaliyette bulunur, mümkün olduğunca çok genci tuzaklarına düşürmeye çalışırlar. Kimi Avrupa ülkelerinde zaman zaman gündeme gelen, 'uyuşturucu kullanımının serbest bırakılması' yönündeki girişimler de bu çalışmaların örneklerindendir.
Afrika ülkelerinin çoğunluğunda da, hırsızlık ve cinayet çok yaygındır. İnsanlar hava karardıktan sonra sokağa çıkamamakta, zenginler evlerini özel koruma görevlileriyle korumaktadırlar. Ayrıca bu ülkelerde başta AIDS olmak üzere, pek çok bulaşıcı hastalık çok yaygındır. Faili meçhul cinayetlerin sıkça işlendiği, endişe, tedirginlik ve korkunun hakim olduğu, adaletten ve hukuktan bahsetmenin mümkün olmadığı, fuhuşun ve uyuşturucu ticaretinin en önemli gelir kaynakları arasında sayıldığı bu ülkelerin içine düştükleri durumdan bir türlü kurtulamamalarının önemli bir sebebi, ülkelerinde egemen olan kara klanın faaliyetleridir. Bu ülkelere egemen olan klan üyeleri, uluslararası yardım kuruluşlarının açlıktan ölme sınırındaki insanlara gönderdikleri yardımlara dahi el koymakta ve bunları fakir halka para karşılığında satmaktadırlar. Ülkelerindeki milyonlarca insanın aç ve sefil kalması, bu vicdansız insanlar için son derece avantajlı bir "geçim kaynağı" durumundadır.
Bununla birlikte söz konusu klanın üyeleri, halkın önüne çıktıklarında ülkelerinin menfaatini gözettiklerini iddia eder, asıl amaçlarının ülkelerini gelişmiş ülkelerin medeniyet seviyesine yükseltmek olduğunu söylerler. Halbuki medeniyete ulaşmayı hedeflediklerini söylediklerinde de asıl özendikleri, gelişmiş ülkelerin demokrasisi, sanayisi, bilimi değil din ahlakından uzak kültür yapısı ve dejenere olmuş toplum modelidir. Göstermelik olarak yüksek bilim ve teknoloji seviyesinden, insan haklarına ve temel özgürlüklere saygılı yönetim anlayışından bahsetseler bile, asıl oluşturmak istedikleri zinanın serbest olduğu, evlilik dışı ilişkilerin yaşandığı, uyuşturucu kullanımının özgür bırakılıp uyuşturucunun devlet tarafından sağlandığı, aileye bağlılık ve saygı anlayışının tamamen ortadan kalktığı bir toplumdur.
Batı dünyasında kara klan, vatan ve millet gibi kavramları çoğunlukla eleştirir ve bu kavramlara değer verenleri de küçük görür. Bunun nedeni, kara klanın inandığı Sosyal Darwinist ahlakın, bencil bir bireysellik gerektirmesi ve bunun da vatan ve millet sevgisi gibi özveri gerektiren kavramlara aykırı düşmesidir.